“Dik dur! Yıldızların altında nasıl eğik durursun
Hangi yoldan gidersen git
Sonunda ölüm bekliyor
Ve her şey felaketle sonuçlanıyor
Sen de öleceksin
Bu dünya da ölecek
Bu yüzden dik dur”
(Bilge Kral Aliya’nın ölüm döşeğinde yazdığı şiir)
Üniversiteler; bireysel ve toplumsal değişimin ve gelişimin kaynağıdır. Üniversitelerde düşünsel ve yaşamsal anlamda özgürlükler sağlanarak değişim ve gelişimi kalıcı hale getirmek mümkündür. Ancak, yükseköğretim mevzuatı bu haliyle devam ettiği sürece kalıcı bir değişimden ve dönüşümden bahsetmek mümkün olmayacaktır. Bu nedenle işimizin zor değil, aslında imkânsız olduğunu düşünenlerimiz de olabilir. Özellikle YÖK kanunu ile üniversiteler özerk ve özgür kurumlar olmaktan çıkarılmış, sıradan ortaöğretim kurumları haline getirilmiştir.
YÖK’ün kurulduğu dönemdeki üniversite sayısı ile bugün üniversitelerin yaygınlaştırılması kapsamında son 12 yılda açılan üniversiteler göz önüne alındığında, ortaya çıkan tablo, YÖK reformunun gerekliliğini net olarak gözler önüne sermektedir. Bu bağlamda YÖK, çözüm üretmesi gereken kurum değil, çözüm üretilmesi gereken kurum haline gelmiştir. Sadece YÖK değil, üniversiteler de yeniden ele alınmalıdır.
Temel hak ve hürriyetlerin korunması ve geliştirilmesi için çaba sarf etmeyen, özgürlüğün bayraktarlığını yapmayan, değişim ve gelişim derdi olmayan bir üniversitenin, antidemokratik rejimlerin bekçiliğine dönüşen bir yapı olduğunu söylersek abartmış olmayız.
2547 sayılı Kanun’un özerklik noktasında getirdiği yetersiz hükümler, neredeyse sadece hakkını arayan personele karşı işletilmektedir. Sendikal anlamda, üniversitelerde gördüğümüz temel problem, hiç şüphesiz öğretim üyelerinin ve çalışanların özlük ve özgürlük problemidir, dolayısıyla üniversitelerde değişim ve gelişime karşı oluşturulan dirençtir. Bu direnci kırmak bizce mümkündür. Bunun yolunun da, Aliya’nın ifade ettiği gibi, dik duruştan ve onurlu bir mücadeleden geçtiği açıktır.
İfade özgürlüğü, sadece üniversite yönetimini öven beyanlara indirgenmiştir. Akademik yükseltmeler başta olmak üzere akademik iş ve işleyişle ilgili hiçbir konuda herhangi bir aykırı görüşe müsamaha gösterilmezken, idari personelin kendi hakları ve sorunları konusunda konuşması dahi yadırganacak bir davranış olarak görülmektedir.
Kamuda bu türden bir özgürlük aleyhtarı davranış tarzının en son görülmesi gereken yer olan üniversitelerin örgütlenme özgürlüğünün ihlalinde ilk sırada yer alması, üniversite yönetimlerinin, bırakın çağı yakalamayı, çağının gerisinden gittiğini dahi anlayamadıklarını göstermektedir.
Bugün üniversitelerimizde özel güvenlik personeli hak arayan çalışanlara karşı kolluk kuvvetine dönüştürülmüş durumdadır. Sendikal faaliyetler bir güvenlik sorunu olarak algılanmaktadır. Üniversite yönetimine karşı edilen en ufak bir eleştiri cümlesi dahi hakaret ve tehdit olarak değerlendirilmektedir. Mardin Artuklu Üniversitesi’nde sendikamızın üniversite temsilcisinin üniversite yönetimi hakkındaki basın açıklamasına katılmasının bile bir suç olarak görülüp disiplin soruşturmasına konu edilmesi buna örnektir. Her türden sendikal yayını, neredeyse suç örgütü dokümanı kategorisinde değerlendirmeyi kafalarından geçiren yöneticilerin olduğunu söylemek de pek abartı sayılmaz. Eleştirel düşünceye karşı çıkan böyle bir yapıdan bilimsel özgürlük beklemek mümkün mü?
Disiplin yönetmeliğinin özellikle sendika yöneticilerine karşı kullanımı engizisyon mahkemelerine taş çıkartacak niteliktedir. Mağdur, tanık, savcı ve hâkimin aynı bedende birleştiği soruşturmalarda, sendikacılardan hükme rıza göstermeleri beklenmektedir.
Düşünce ve ifade özgürlüğünü, akademik özgürlükleri hedefe koyan üniversite yönetimlerinin kendilerine karşı en ufak bir eleştiriye karşı tepki göstermeleri, birden ortaya çıkıveren disiplin soruşturmalarıyla karşılık vermeleri, öğretim elemanlarının ve üniversite çalışanlarının eleştirel düşünmesinden, bu düşünceleri ifade etmesinden duyduğu rahatsızlığı “ceza” konusu yaparak ortaya koymak şeklinde tezahür etmektedir.
Üniversitelerin bu durumu, Milli Eğitim Bakanlığı’nın 2000 yılı öncesi halini hatırlatmaktadır. O dönemde de, Bakanlık bünyesinde çalışanların, bırakın haklarına sahip çıkmayı, hak aramalarını dahi disiplin cezası gerektiren bir suç olarak gören bir zihniyet vardı. Sadece sendikası aracılığıyla hakkını aramak için dava açmak dahi, disiplin soruşturmasından görev yeri değişikliğine kadar her türden cezayı göze almayı gerektiriyordu. Ancak yılmadan, ısrarlı ve azimli sendikal mücadele sonrasında elde edilen en büyük kazanım, örgütlenmeye karşı algıları yıkan sendikanın da paydaş olduğu anlayışıyla bir zihniyet değişimi yaşandı.
Üniversitelerin bugünkü durumu, bazı uygulamalarda, tıpkı 2000 öncesini anımsatmaktadır. Gerçekten bugün de gerek disiplin yönetmeliği gerek 2547 sayılı Kanun’un 13/b-4 maddesi, üniversitelerde sendikal örgütlenmenin ve ifade özgürlüğünün üzerinde demoklesin kılıcı gibi sallanmaktadır. Sendika yöneticilerinin, kerameti kendinden menkul gerekçelerle, 13/b-4 maddesiyle üniversitenin en ücra köşesine sürülmesi ne yazık ki kanıksanmış bir durumdur. İşte bu nedenledir ki, üniversitelerde sendikal örgütlenme ve sendikal mücadele, kamu çalışanlarının haklarının korunması ve geliştirilmesinin yanında bir zihniyet değişimini sağlayacaktır.
Son olarak, yetkinin mutlak ve sınırsız olmadığını hatırlatmakta fayda var. Disiplin yönetmeliğinden çıkartılan “yönetim görevinden ayırma” ile “üniversite öğretim mesleğinden çıkarma” cezaları 6528 sayılı Kanun’la 2547 sayılı Kanun’a eklendi. Bu durumda rektör, dekan, enstitü, yüksekokul müdürleri, bölüm, ana bilim dalı başkanları gibi kişiler yönünden, yönetmelikle düzenlenecek fiillerin varlığı halinde bu cezalar uygulanacaktır. Örneğin, menfaat temin eden, mevzuat hükümlerini yerine getirmeyen, ayrımcılık uygulayan, ceza kanununda bir suç olarak tanımlanmış olan sendikal faaliyetleri engelleyen, yönetim görevini kötüye kullanan rektör ve dekanlar yönünden, yönetim görevinden ayırma cezasının tekrar işletilmesi mümkün hale geldiğini hatırlatmakta yarar vardır.
Suç ve cezanın kanuniliği ilkesine kavuşan bu cezaların işletilmesi artık mümkündür.
Öğretmenlik Meslek Kanunu iptal davası
Emek varsa başarı vardır
Mutfak yangın yeri
Sağımızdaki yalanın gerçeği örtme çabası
Bir vakıf insanı, sendikacı Mithat Sevin
Eğitim çalışanlarının güçlü sesi, genel yetkinin değişmeyen adresiyiz
Sendikacılığın hokkabazları
Umudu yeryüzüne aşılamak için daha fazla gayret
Kitabın, davanın, vefanın hakkını veren adam: Erol Battal
Ne rakipsiniz ne de refik
Devlet yalan söylemez!
Destanımıza yeni bir sayfa daha ekledik
Popüler kültürün kutsallarına kurban verilecek hayatlarımız yok
Her başlangıç yeni bir ruh, yeni bir heyecandır
Uluslararası sempozyumumuzun ardından
Sabır, dayanışma, direniş, kararlılık, alın teri...
İlimle yönetemeyen, zulümle yönetir
İyilik örgütlü gücümüzle kazanacak
Gelecek sizinle daha iyi olacak
Truva atı ya da beşinci kol faaliyetleri
Bir halk destanı: 15 Temmuz
Gelecek günler daha güzel olacak
Türkiye Buluşmamızda yapay sınırları aştık
Öze yeni bir yolculuk zamanı
Seçimimiz Kumpasları Bozmalı
Kararlı mücadeleyle güçlü Kazanımlar
Yüreğe Düşen Loğ Taşı
İLKSAN'da Zorunlu Üyelik Dayatmasına Nokta Koyduk
Destanlarımıza destan ekleyen lider kadrolara selam olsun
Yeniden Bismillah
Adım Adım Yükseköğretim Tazminatı Mücadelemiz
MEB'in 'I am Sorry' Deme Lüksü Yok
Y.U. Sendikacılığı
Yönetmelik Durdurulduğunda Atanmışlar Yürür mü?
Kariyer Basamakları Bariyer Basamaklarına Döndü
Özür Durumuna Bağlı Yer Değişikliği ve Yargı Kararları
MEB Hatasından Dönmelidir
MEB Mevsimsel Norm Güncellemesinden Vazgeçmelidir
Nerden Baksan Haksızlık Nerden Baksan Tutarsızlık!
MEB’e Acil Reçete
Üniversitelerde Özgürlük ve Özlük için Örgütlenme
Tahriklere Gelmeden Kararlı ve Sabırlı Olacağız
Yeni Bakan Avcı’nın Eğitimde Önceliği Ne Olmalı?
Öğretmenler; Ömer’in, Merhamet ve Adaletini Bekliyor
Resen Atamalarda da 40 Bin Defa Düşünüldü mü?
Yeni Yılda da İnşa Sürecinin Öncüsü Olacağız
Sorun Yaşayanda mı Yaşatanda mı?
Yeni Bir Medeniyetin İnşası ve Öğretmenin Değeri
Bu Kez Yanılmak İstiyoruz!
Toplu Sözleşme Süreci ve Üç Cephede Mücadele Etmek
Hükümet ‘Yunanistan’a Döneriz’ Edebiyatından Vazgeçmelidir
Kesintili Eğitim ve Manipülatif Yaklaşımlar
Anadolu Liselerine Öğretmen Seçimi Sınavına Girilmeli Mi?
Yolun Açık Olsun Yusuf Ziya Özcan Hoca
Ek Ödemede Eğitimcilerin Muadili Kim?
Köklü Değişim İçin Yeni KHK’lara İhtiyaç Var
Değişen Paradigma ve Hak Arama Kültürü
Son Toplu Görüşme’de Konfederasyonumuzun Kazanımları!
Usuls
Garip Bir Dava ve Sonrası…
Danıştay ve İsviçre’de Minareyi Yasaklayan Zihniyet!
18 Kasım Çarşamba Günü Meydanlardayız!
Eğitim Kurumlarına Yönetici Seçimi
Öğretmenlerin Beklediği Yönetmelik
Hedefe Emin Adımlarla!
Bu Yanlış Uygulamayla Nereye Kadar!
Öğretmenim! Bu Bir İLKSAN Hikayesidir
Kadro Sözü Üzerinden Bir Yıl Geçti
Sürekli Değişen Kurallar Hukuki Güvenceyi Zedeliyor
Toplu sözleşmeler keyfiliğe kurban edilmemelidir
'Olmak' ve geleceği kurmak imkânı veren eğitim sistemi
Virüsün gösterdikleri ya da gerçeğin dehşet verici yüzü
Bir yeni başlangıcın sorumluluğuyla…
Eğitimde esasa dair karar almadan usulü yerine getirmek
Zorluklar dayanışmayla aşılır, sorunlar örgütlenerek çözülür
Sağımızdaki yalanın gerçeği örtme çabası
Çanakkale-Gazze Hattında İnsan-ı Kâmili Aramak
Bizimle canlanacak nice umutlara doğru
Örgütlü olmanın bereketiyle birleştik, birleştikçe büyüdük ve güçlendik
Psikopatik zevzeklerin kuru gürültüsü
Öğretmenlik Meslek Kanunu iptal davası
FİLİSTİN DİRENİŞİ, MÜSLÜMANLARIN GELECEĞİ VE EMPERYALİZMİN ÇÖKÜŞÜ